Ey dil were dîsa bi coş Carek ji cama mey binoş Bikim qîsseta Zembîlfiroş Da seh bikin hîkayetê *
Ey hükmünü kaderin keskin ve acı kılıcıyla yerine getiren tarih
ve onun talihsiz müdavimleri ve şanssız yiğitleriyle bahtsız güzelleri !.. Bir
yazı bu denli mi güç yazılır. Bu denli mi titrer insan. . . Kalp neden bu denli
ürkek şaşkınlık ve edeple titrer. Semanın asudeliğini titrekliğiyle yaran
yıldızların serencamını bu denli mi hisseder insan derinlerinde. . . en
derinlerinde. . .Metefizik güç tarihin hangi devrinde böyle bir şehametle fizik
kanunlarına üstün gelinmiştir. Peki ya teori ve idealar Yunan’dan
Mezopotamya’ya Avrupa’dan Hint’e böyle bir zaferle taçlandırmışlar mıdır
pratiklerini. Yahut asaletin ve üstünlüğün, böylesi muhteşem şekliyle tarihe
kaydedildiği görülmüş müdür. 10bin yıllık tarihiyle birkaç kişiden başkasına
nasip olmayan ve insanı derin düşünce ve ürpertilere garkeden ve dünyanın
zahiri lezzetlerini ellerinin tersiyle ve bir an bile tereddüt etmeden iten bu
kahramanlar kimdir. Kimdir bu kahramanlar ki milyarlarca insanın tüm haysiyet
ve onurlarını bile uğrunda çekinmeden verebilecek makam, mevki ve lezzetlere
hiçbir kıymet biçmeyen insanlar. . .insan gibi insanlar… Aldanmak ezeli bir
şifa olarak dururken beşerin önünde neden ayılmayı seçti bu insanlar… Neden
neden neden. . .uzayıp giden cevapsız sorulara sorusu olmayan cevaplar da eklenince
zorlanan beyin kıvrımlarımıza kalp gözünü yardıma gönderiyoruz ta ki hakikati
bir parça kavratsın diye ruhlarımıza.
Tarih hükmünü bu sefer bir Prens üzerinde gerçekleştirecektir.
Uzaklardan çok uzaklardan belki de ta Hint’ten başlamıştır bu tarihi vâkıanın
serencamı. Belki de bunun başlangıcını Doğu’ya yakıştırmamız Doğu’nun
doğallığından başka bir şey değildir… Zira yok olma pahasına değişmemenin
başkentidir Doğu ve onun tüm şehametiyle doğallığı. . .
Başlangıcı tam olarak bilinmediği gibi bitişi de tam olarak
tespit edilememiştir vuku bulan destanımız. Zira bazı olaylar vardır ki zâhiren
bitmiş gibi görünse de hakikatte sonu gelmeyecek getirilemeyecek bir destan
mahiyetini taşır. Yer yer mecazla kol kola gezecek olan hakikat, hakikatte
sabittir, tektir ve kalbin idrâkinden başka bir şey istememektedir
okuyucusundan/dinleyicisinden ve insaf sahibi kişilerden.
Anlatılan hikaye belki de bizim hikayemizdir yâhut olmak
istediğimiz hakikatin destanıdır.Evet evet belki de olmak istediğimiz
realitenin dile getirilmiş halidir.Anlatılan destan her ideal sahibi erkeğin
başrolünde olmak istediği bir senaryo gibidir: İdealizmden mürekkep bir hayat
yani halk nezdindeki ismiyle Zembîlfiroş. . .
Anlatılanlara göre(zaten destanın ayırıcı vasfı ‘’denildiğine
göre’’ metaforuyla başlamasıdır.) zengin bir beyin oğludur zembîlfiroş yahut
bizzat bey dir kendi şatafatlı yaşamında. Babasının kendisine bıraktığı
dünyanın zenginlikleriyle gecelerini kadının her türlüsüyle ‘’gece’’ yapan ve
gündüzünü de av hayvanlarının türlü türlüsünü avlamakla geçirmektedir. Dünya
nimetleri adına her şeyi tattığı günlerden bir gün yardımcısyla beraber ava
çıkar ve ormanın izbe bir yerinde karşılaşır hayatını değiştirecek olan bir
ölünün kemiklerine. Sorar yardımıcısına nedir bunlar diye ve cevap verir
berikisi daha tok ses tonuyla:
-İnsan kemiği ve kafatasısıdır efendim. Ölmüş birisine aitler. .
. Tekrar sorar Prens hazretleri yaverine ‘’ölüm’’ ne demektir diye. Zira gece
ve gündüzünü zevk mabedlerinde geçiren Prens hazretleri ölümden bîhaber idiler.
Tekrar cevap verir yardımcısı:
-Efendim ölüm, doğan her insanın başına gelen ve genç-yaşlı,
zengin-fakir dinlemeyen bir olgudur. Çaresi bulunamayan tek mevzudur ölüm
hakikati. . . Sözlerine son veren yardımcının ardından Prens için meydana gelen
sessizlik, korku, ürperti. . . Öyle bir sessizlik ki tarifi kabili hitap olamaz
insan nezdinde. Ürperti, korku ve sessizlik. . .kulakları tırmalayan, kainatın
gümbürtüsünü dize getiren ve ciğerleri parçalayıp nefesleri kesen bir
sessizlik. . . Nihayet yardımcısının şiddetli dürtmeleriyle kendisine gelen
Prens:
-Yani bir gün bende mi öleceğim, bende mi bu kemik yığınına
dönüşeceğim? Bu koca sarayı ve içindeki güzel kadınları nasıl terkedebilirim ki
üstelik ben ava çıkmadan ve her gece güzel kadınlarla eğlenmeden yapamam ki. .
. Prens bir yanda ölüme ve onun hakikatine dair konuşurken öbür yanda geç
kalmış muhasebeyi yapıyordu. Hem madem zaman ve mekan ve kişi dinlemiyordu ölüm
o zaman o bana gelmeden ben ona gitmeliyim diye dökülüveriyordu cümleler
ağzından belli belirsiz. Zira lezzet adına sefahethanelerde tattıklarım hep
eksik geliyorlardı bana, derinlerde bir noksanlık keşfediyordum benliğimde ama
kadının şehveti ve ava çıkmanın dayanılmaz cazibesi beni o eksikliği
düşündürmekten alıkoyuyorlardı. Üstelik ölümü sefahethanemde zengin ama korku
ve zilletle karşılamaktansa onun hakikkatini arayan fakir ama izzetli biri
olarak geçirmek daha kutsal olsa gerek. Böylelikle bir çırpıda kararını verir
Prens hazretli ancak ilginçtir ki her gece ‘’alem’’ yapan Prens’in karısı da
vardır ve Prens bu meseleyi karısına da açmalıdır; zira ona da ölüm gelecektir.
Meseleyi yoğun duygularla karısına açan Prens karısını da hicrete seyr-û süluk
için ikna etmekte zorlanmaz; zira karısı da her gece oluşturulan ‘’gece
alemleri’’nde ve monotonlaşan hayatta ters giden bir şeylerin olduğunu
sezinlemekte ama bu ters giden şeyin ne olduğunu tam olarak kavrayamamaktaydı.
Ancak bunun ‘’ölüm’’hakikatiyle ilgili olduğunu hissetmekteydi. Doğu’nun
kendisine has ve klasikleşen ifadesiyle ‘’sen bilirsin Bey’’ diyerekten eski
devrin Prens’ine yeni zamanın dervişine biat tazeler en saf duygularıyla. . .
Çiftin saraydan ayrılmaları çok sürmemişti; zira verdikleri
kararın neticesi olarak hiçbir şey almamışlardı yanlarına basit üç-beş parça
üstbaştan başka… Ölümün hakikatine dair bir şeyler bulma adına diyar diyar
gezerler en deruni duygularıyla… Bu arada insanlığın başına bela olan ‘’geçim
sıkıntısı’’ illetinden bir parça kurtulma adına Taş taşır güneşin sıcaklığında,
doğunun engin ve gür ormanlarına dalıp odun kırar karısına sıcak bir yemek
götürme adına. Kolay olmaz Prens hazretleri için bu çetin işlerde çalışıp
çabalamak welew minimum düzeyde olsa bile. Sonunda ormanın nimetlerinden ve
geçtiği yörelerin doğallıklarından faydalanıp ‘’Zembîl’’ yapıp satmaya başlar.
Böylelikle adı Zembîlfiroşa çıkar geçtiği yörelerde.
Yine günlerden bir gün yaptığı zembîlleri satmak için tarihle bütünleşen
Farqîn’de gezinirken sonradan adı Zembîlfiroş Kalesi olarak anılacak olan
Köşkün önünde vuku bulur hikayesinin sonunu getirecek olan başlangıç. Öyle bir
başlangıç ki misyonu tüm insanlığa armağan niteliği taşıyan bir son. Bu son
tarihe yeni başlangıçlar armağan eder en yalın haliyle; zira ekonomiden
özgürlüğe, aşktan cinselliğe, sadakatten riyakarlığa bilinen her şey altüst
olacaktır tarihe mal olacak olan bu destan ile.
Komünist Marx bu destanı bilseydi şayet altyapı olarak
belirlediği ekonominin, üstyapı olarak tayin ettiği bütün her şeyi(saygı,
sevgi, mevki, aşk, mutluluk, bağımsızlık. . .) belirlediğini söyleyebilr miydi
acaba yahut cinselliğin dürtüsünü ve gücünü sonsuzlaştırıp Tanrısallaştıran
Freud hala devam eder miydi davasında ve iktisadın peygamberi Smith ise
‘’herkes kazanabileceği en fazla kazanç peşinde koşar’’ teorisinde ısrar eder
miydi bütün ihtişamına rağmen!…
Destana geçecek olursak;
Köşkün sahibesi olduğu anlaşılan Xatûn çağırır Zembîlfiroş’u en kadınsı sesiyle; zira Xatûn Zembîlfiroş’un alnındaki nura aşık olmuştur görür görmez.Zembîllerini de alıp yukarıya çıkmasını ister.Bu isteğe uyar Zembîlfiroş en saf haliyle; çünkü kendisinden yana kötülük adına zerre düşünce yoktur kafasında.Köşke Xatûn’un bulunduğu yere çıkar.
Destana geçecek olursak;
Köşkün sahibesi olduğu anlaşılan Xatûn çağırır Zembîlfiroş’u en kadınsı sesiyle; zira Xatûn Zembîlfiroş’un alnındaki nura aşık olmuştur görür görmez.Zembîllerini de alıp yukarıya çıkmasını ister.Bu isteğe uyar Zembîlfiroş en saf haliyle; çünkü kendisinden yana kötülük adına zerre düşünce yoktur kafasında.Köşke Xatûn’un bulunduğu yere çıkar.
En yırtıcı bakışlarıyla bakar Zembîlfiroş’a . . .
Yakışıklılığını, nura gark olmuş yüzünü dakikalarca süzer Xatûn.Öyle ki
Zembîlfiroş bütün saflığına rağmen anlar Xatûn’un yoldan çıkmış bakışlarındaki
arzuları. Ve Xatûn’un dillere getirilemeyecek, anlatılamayacak güzelliğinin
Zembîlfiroş’un nezdinde herhangi bir kymetinin olmaması…
Ah! ne acı bir kare. . .
Ne kötü bir başlangıç. . .
Ah! ne acı bir kare. . .
Ne kötü bir başlangıç. . .
Xatûn’un dillere destan güzelliğini anlatmaya kabiliyetimiz
yetmese bile denildiğine göre adeta her şeyin en güzel ve zarif olanından
meydana gelmiştir Xatûn Xanım:Saray edebiyatında sık sık teşbihi yapılan
çehrenin Ay’ın yuvarlaklığına benzemesi ile, yine bu edebiyata ait olan ‘’selvi
boy’’ tanımlamaları sanki bizzat Xatûn için yapılmıştır.Aynı zamanda teşbihi
yalnızca İran kadınları için yapılan ve bu yüzden ‘’Hûri’’ benzetmesini
ellerinde tutan İran kadınlarına gözlerinin iri olması sebebiyle galebe
çalar.Öbür yanda kokusunun gülü andırması ile ateş gibi bakışlar yine Xatûn’a
yakıştırılan benzetmelerdendir.Yakıştırmalar abartılı olsa bile anlatılanlarda
daneî hakikat bulunmadığını –kanaatimizce- söyleyecek yoktur.Tüm bu güzel ve
hoş benzetmelerinin yanı sıra melesef Xatûn’un özelliklerine şunu da eklemek
hakikate bir borç olsa gerek: Turna’nın riyakarlığı. . .
Ve açık eder habis niyetini Xatûn Xanım üstündeki ipekten
elbiselere ve üstünde bulunduğu köşke güvenerekten. Zira karşısındaki basit bir
zembîl satıcısı o ise yörenin en güçlü kadını. . . Ne hazin bir istek,ne
zavallıca bir kıyas şayet yapılırsa kıyas!.. Ezelden ebede meydana gelmiş ve
gelecek olan iki ana akımın örnekleri bir kez daha tarihin önünde ve bu kez
Farqîn’de Xatûn’un taş yapılı o nezih evinde karşı karşıya: Madde ve mananın
savaşı. . .
Şok olmuştur eski devrin Prensi yeninin Zembîlfiroş’u. Mahcup ama kendisine, kendi hakikatine güvenen bir eda ile eğer başını önüne ve tövbeli olduğunu dile getirip vazgeçirtmeye çalışır Xatûn’u en basiretli sözleriye. Zira hakikatin peşindedir Zembîlfiroş ve o hakikati Xatûn’un yatağında en sefil haliyle bırakmak istemez. . . üstelik vefakar karısı beklerken kendisini. Zevk û sefayı ve haramı ve kadın teninin canyalıcı o aldatıcılığını bırakmıştır eski günlerde ve anımsamak istememektedir bir daha.
Şok olmuştur eski devrin Prensi yeninin Zembîlfiroş’u. Mahcup ama kendisine, kendi hakikatine güvenen bir eda ile eğer başını önüne ve tövbeli olduğunu dile getirip vazgeçirtmeye çalışır Xatûn’u en basiretli sözleriye. Zira hakikatin peşindedir Zembîlfiroş ve o hakikati Xatûn’un yatağında en sefil haliyle bırakmak istemez. . . üstelik vefakar karısı beklerken kendisini. Zevk û sefayı ve haramı ve kadın teninin canyalıcı o aldatıcılığını bırakmıştır eski günlerde ve anımsamak istememektedir bir daha.
Ve bir kez daha mananın maddeye galebe çalması!.. Bir kez daha
kötülük şeytanlarının zincire vurulması. . .bir kez, bir kez ve bir kez daha. .
.
Destanın tılsımından olsa gerek bundan sonra toeriler işin içine
girmeye ve hakikat dallanıp budaklanmaya başlar. Zira niyetini açık ettikten
sonra Zembîlfiroş’un köşkü derhal terk etmeye kalkıştığını ancak kapıyı
üstlerine kilitleyen Xatûn’un kurnazlığı yüzünden köşkün terasına yönelerek ve
kendisi Allah’ın inayetine teslim ederekten kendisini boşluğa bırakıp canını
teslim eder. Muzaffer olmuş kumandan edasıyla. . . Zahiren kaybetmiş olsa da
savaşı hakikatte teslim olmamıştır düşman bildiği şeylere. Buna dayanamayan
Xatûn’un da kendisini Zembîlfiroş’un ardından aşağıya atıp intihar ettiği yine
söylentiler arasındadır. Burada bu hikayeyi benzerliği yüzünden
Kuran’da da zikredilen Yusuf 12/24 ayetiyle karşılayabiliriz. Zira ayette de
geçtiği üzere Allah seçkin kullarından olan Yusuf(a.s.)u Mısır’ın güçlü
kadınlarından birinin elinden kurtarmıştır. Bu olay kanaatimizce göstermektedir
ki ölüm hakikatiyle kendisine gelip tövbe eden ve zenginlik/şöhret adına
yanında hiçbir şey bırakmayan hatta bir adı bile olmayan(ki kendisi yaptığı iş
olan Zembîl’le tanınır) Zembîlfiroş’un yardımına Tanrısı yetişmiştir. Vakıa
bizi şu sonuca götürebilecek olgunluktadır: Zembîlfiroş Allah’ın seçkin
kullarından birisidir…
Diğer bir teori ise Xatûn’un teklifi sonrası köşkten kaçıp evine
döndüğü ve bu olayı unutup yaşamın rutin işlerine devam ettiği yönündedir.
Ancak Xatûn’un Zembîlfiroş’u bırakmaya pek niyeti yok gibidir: Tıpkı Yusuf
Peygambere musallat olan Zuleyxa gibi . . .
Xatûn Zembîlfiroş’u ikna edemiyeceğini anlar ve ne yapar eder
evini bulup Zembîlfiroş’un karısıyla irtibata geçer ve yalnız bir gece
bedeninin susuzluğunu dindirmek için kandırır Zembîlfiroş’un karısını ve ikna
olur saf yahut merhametli eş. . .
Ve nazariye devam eder
Ve nazariye devam eder
Gecenin karanlığında evine gelen Zembîlfiroş rahatsız etmeden ve
usulca girer karısının da içinde bulunduğunu sandığı yatağa ve sevmeye başlar
vefakar eşini. Ama sevmeye başladığı kişinin eşi olmadığını çok geçmeden anlar
ve bir çırpıda çıkar yataktan Xatûn’un yalvarmalarına aldırmadan. Yine
denildiği üzere Rabbine niyaz eder Zembîlfiroş tez alsın diye canını ve niyeti
kabul olur hemen. Oracıkta teslim eder bedenini. . .
Teoriler çoğaldıkça çoğalır ama destandan/hikayeden neyi
alacağımız, bize neyin sunulduğudur nihayetinde önemli olan. Zevk û sefa
günlerinde karşılaştığı ölüm hakikati uğruna diyar diyar dolaşır ve düşer yolu
Farqîn’e. Bundan sonra ise iffet ve sadakat adına yahut salih bir kul olmanın
gereği olarak teslim eder canını en temiz duygularla.
Canını teslim eder lakin ruhu ebediyen insanlığın arasında
kalmıştır insanlığa mal olmuştur.
Bugün Kurdistan’ın kadın-erkek genç-yaşlı herkesin dillinde Zembîlfiroş ve Xatûn’un atışmaları daha dün yaşamış gibi aynı sıcaklıkla öyküleştirilip anlatılıyorsa ve uzun kış gecelerinin vazgeçilmezi olmuşsa bunda ilim ve irfan ehline nice dersler vardır…
28/02/2013
Bugün Kurdistan’ın kadın-erkek genç-yaşlı herkesin dillinde Zembîlfiroş ve Xatûn’un atışmaları daha dün yaşamış gibi aynı sıcaklıkla öyküleştirilip anlatılıyorsa ve uzun kış gecelerinin vazgeçilmezi olmuşsa bunda ilim ve irfan ehline nice dersler vardır…
*Feqiyê Teyran
28/02/2013
Yorumlar
Yorum Gönder